Türk Televizyon Dünyasını Sarsan Skandal: Kartel İddiaları ve Monopolleşme
Son günlerde Türk televizyon sektörü, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma ile çalkalanıyor. Ünlü yapım şirketleri, ajanslar ve menajerler hakkında ortaya atılan kartel oluşturma, rekabet yasalarını ihlal etme ve piyasa hâkimiyetini kötüye kullanma iddiaları gündemi meşgul ediyor.
Soruşturmanın merkezinde ise ID İletişim ajansının kurucusu ve birçok ünlü yıldızın menajeri Ayşe Barım var. Serenay Sarıkaya ve Hande Erçel gibi Türk televizyonunun parlayan yıldızlarıyla birebir ilgilenen Barım, yalnızca kariyerlerini yönlendirmekle kalmayıp, projelerde kimlerin yer alacağına dair de ağırlığını koymakla suçlanıyor. İddiaya göre Barım, yapım şirketlerini baskı altına alarak, kendi oyuncularına yer verilmediği takdirde şirketlerin faaliyetlerini durdurabileceği tehdidinde bulunuyor.
Bu sistemin, Türk dizi sektörünü neredeyse bir “mafiya düzeni” gibi işlettiği eleştiriliyor. Büyük yapım şirketleri ve dijital platformlar (Netflix, Disney+, BluTV gibi), yalnızca “kendi” ajanslarından oyuncu ve projeleri kabul ediyor. Bağımsız yapımcılar ve senaristler, bu kapalı döngüyü aşamıyor ve yaratıcı fikirleri çoğu zaman çalınıyor.
Serenay ve Hande: PR Kampanyalarının Yıldızları mı?
Serenay Sarıkaya ve Hande Erçel, sık sık “kurgulanmış” aşk söylentilerinin merkezinde yer alıyor. Bu söylentilerin, projeler öncesi bir PR stratejisi olduğu iddia ediliyor. Eleştirmenler, bu tarz kampanyaların hem projelerin eksiklerini örtbas ettiğini hem de kamuoyunun ilgisini yapay bir şekilde artırdığını düşünüyor.
Ancak iş burada bitmiyor. Soruşturma ilerledikçe, diğer oyuncular ve yapımcılar da bu kapalı sistemin mağdurları olarak seslerini duyurmaya başladı. Deniz Işın, kariyerinin Barım tarafından nasıl baltalandığını açıkça ifade etti. Farah Zeynep Abdullah ise sektör içindeki “kadın dayanışması” iddialarını sert bir şekilde eleştirdi.
Değişim Kapıda mı?
Rekabet Kurumu’nun ofislere düzenlediği baskınlar, beş yıllık sözleşme ve belgelerin toplanmasıyla sonuçlandı. İlk bulgular, piyasa hâkimiyetinin kötüye kullanıldığını ve bağımsız yapımcıların sistematik olarak dışlandığını gösteriyor. Eğer suçlamalar doğrulanırsa, milyarlarca liralık cezalar ve sektörde radikal reformlar gündeme gelebilir.
Ancak herkesin aklındaki soru şu: Bu skandal, Türk televizyon sektörünü gerçekten daha adil ve şeffaf bir yapıya dönüştürebilir mi? Yoksa her şey eski düzenine mi dönecek?
Sizin bu konuda düşünceleriniz neler? Yorumlarda tartışmaya katılmayı unutmayın!